Dilimizin Zenginlikleri projesi kapsamında düzenlenen deneme türünde yazı yarışmasında okulumuz 9A sınıfı öğrencisi Merve YAZGAN Bakırköy İlçe 1.si olmuştur.
Öğrencimizi tebrik ederiz.
Aşağıda öğrencimizin yazısını okuyabilirsiniz.
İnsanlar, hayata benzeyen unsurlara sıkıca bağlanmayı severler böylece hayatı anlamlandırabilir ve biraz olsun ondan zevk alabilirler. Hayata benzemekle kalmayıp hayatın kendisi olan şiirler de insanın tutkuyla bağlandıklarındandır. İşte tam bu yüzden yaşları gereği varoluşsal sancılar çeken gençler, mutlaka şiir okumalıdır. Güzel bir eser olan Ölü Ozanlar Derneği’nin filminden çok sevdiğim bir alıntı vardır: “Biz şiirleri ‘tatlı’ oldukları için okuyup yazmayız, şiir okur ve yazarız çünkü bizler insan ırkının birer üyesiyiz ve insan ırkı tutkuyla doludur. Tıp, hukuk, bankacılık… Bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. Peki ya şiir, romantizm, aşk, güzellik?.. Bunlar ise uğruna hayatta kaldığımız şeylerdir!” İşte bu sözler şiirle insan arasındaki bağı olması gerektiği gibi açıklar. Bu bağı derinden hissedeceğimiz şiirler ve şairler de vardır tabii ki mesela Cahit Sıtkı Tarancı ve ölümsüz şiiri Otuz Beş Yaş. Kendisi 1956’da 46 yaşında ölmüş ve hayatı dizeleriyle yansıtmayı kusursuzca başarmış bir şairdir. Hayat tezatlıklardan oluşur ve bunu Cahit Sıtkı yazdığı şiirlerle öylesine güzel yansıtmıştır ki… Ölümü konu alan ve ölümün bir kurtuluş olduğu düşüncesini yoğun bir biçimde işleyen onca şiirine rağmen “Ben Ölecek Adam Değilim” gibi yaşamaya olan tutkusu, inancı ve isteğini yansıtan şiirleri de vardır. Hayat içinde bir ölüm yaşadığını aktaran şiirlerine rağmen “Hep Yaşadığıma Dair” gibi canlılığının gerçekliğini dizeleriyle dile getirebilen bir şairdir Cahit Sıtkı. Bununla da kalmayıp içindeki ölüm-yaşam çelişkisini anlattığı “Korkulu Köprü” gibi şiirlere de sahiptir. Bu şiirler hayata olan inancımızın zaman zaman zayıflayabileceğini ve birbirleriyle zıt duyguları taşımamızın normal olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Hiçbir hayat mükemmel değildir ve “mükemmellik” kavramı görecelidir. Bu durumu da Türk Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden biri olan Orhan Veli Kanık ile özdeşleştirebiliriz. Kendisi bir şiirin “şiir” niteliği taşıması için kafiyeye ihtiyaç duymadığını öne sürüp bu yönde şiirler yazmıştır. Bu düşüncesi yüzünden yadırganmış, sert eleştiriler almış ve küçümsenmiş olsa da bir zaman sonra şiirine olan ilgi ve alaka artmıştır. Her ne kadar alışılmışa ve mükemmele aykırı bir yöntem benimsemiş olsa da duygularını ve anlatmak istediklerini başarıyla şiirlerine aktarmıştır. Dışarıda gördüğümüz stabil kalıplara uymak her zaman doğru veya güzel olduğumuza işaret etmez. Bazen hedefimiz olan doğruya ya da mükemmele “doğru” olarak nitelendirilen yolları kullanmayarak ya da onları bozarak ulaşabiliriz. Bu da hayata dairdir.
Mükemmelliğin tehlikesi ve etkisi denince de akla gelen bir şair vardır: Yahya Kemal Beyatlı. Kendisi Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Böylesine önemli bir yere sahip olmasına rağmen kitap çıkarmamış olmasıyla da ilginçtir. Şiirlerinin mükemmele ulaşmadığını düşündüğü için kitap çıkaramayan Yahya Kemal’in okuduğumuzda bize binbir farklı duyguyu tattıran onlarca güzel şiiri vardır. Aslında bu da mükemmele ulaşma hedefinin gözümüzü boyayarak önümüzü görmemizi engelleyen bir unsur olduğunu açıklamaz mı? En bilindik şiirlerinden olan “Sessiz Gemi” de öylesine güzel açıklar ki ölümü ve ayrılığı…Bizlere göre bu mükemmel bir şiirdir.Sadece bu şiir de değil, mükemmele ulaşan bir sürü şiiri vardır. Mükemmel olma korkusu öylesine sarar ki bedenimizi, sahip olduklarımızı ve onların değerini fark edemeyiz bu korkunun içinde. Oysa her insan kendi olabilmesiyle mükemmelliğe ulaşmayı başarmıştır.
Hayat hakkında konuşurken eksik edemeyeceğimiz konulardan biri şüphesiz aşktır. Aşk şiirleri denince de Özdemir Asaf akla gelen ilk şairlerden. Her ne kadar aşkı içimizde anlamlandırmak ve karmaşıklığından kurtulmak zor olsa da Özdemir Asaf kısa şiirleriyle bunca duyguyu uzun paragrafların hatta belki de kalın romanların çoğundan iyi açıklar. Bu yönüyle de hayatı andırır şiirleri. Bazen uzun açıklamalar ve yorucu kavgalar yerine bakışlar ve hareketler çok daha etkileyici ve anlamlı olmaz mı? İşte birkaç ses ve tek bir heceden mürekkep olmasına rağmen küçücük dünyamızın olmazsa olmazı bu duyguyu en yalın haliyle duyumsatan bu koca yürekli şairin yani Özdemir Asaf’ın aşkı anlattığı şiirlerini hâlâ hayranlıkla okuyoruz bugün.
Şiirlerde çoğu kez kendimizi bulmak isteriz ve buluruz da... Çünkü her ne kadar farklı hayatlar yaşadığımızı düşünsek de biz insanlar öz ve ruh olarak kardeş sayılırız; hepimizin mutluluğu, hüznü ve sevinçleri ortak dolayısıyla biz gençler yaşadıklarımızın neticesi olan bu duygulardan olumlu olanlarını doyasıya hissetmek, olumsuz olanların ise duygu dünyamızda yarattığı baskıdan kurtulmak için şiir okumalıyız. Unutmamalıdır ki her şiir hayata dokunur tabii okumayı bilirsen!